31 Ağustos 2009 Pazartesi

Anlar...



Eger yeniden başlayabilseydim yaşama

İkincisinde daha çok hata yapardım

Kusursuz olmaya çalışmaz....sırtüstü yatardım

Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar

Çok az şeyi ciddiyetle yapardım

Temizlik sorun bile olmazdı asla, daha çok riske girerdim

Yolculuk ederdim daha fazla

Daha çok gün doğumu izler, daha çok dağa tırmanir, daha çok nehirde yüzerdim

Görmediğim birçok yere giderdim

Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye

Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine

Yaşamımın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardanım ben

Elbette mutlu anlarım oldu ama

Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu

Farkındamısınız bilmem yaşam budur zaten

Anlar, sadece anlar.

Sizde "AN" yaşayın

Hiçbir yere yanımda termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan gitmeyen insanlardanım ben

Yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda ayakkabılarımı fırlatır atardım

Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm yalın ayak!

Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, Çocuklarla oynardım

Bir şansim daha olsaydı eğer

Ama hayat seksenimdeyim ve biliyorum

ölmekteyim.

15 Haziran 2009 Pazartesi

Ntv'nin Karizmatik Belgesel Sesi...

Geçenlerde yine tv'de şuursuzca gezinip izlenecek bir program aradığımda Ntv'de kitlendim kaldım. Neden mi tabi ki yine Ntv'de belgesel bulunması. Cazz müzik açıp bir yandan da kitap okuyan tiplerden değilim ki buna boş zamanlarımda belgesel izlemek te dahildir. Beni Ntv de belgesel izlemeye iten en önemli etken Ntv'nin belgesel sesi Levent DÖNMEZ.


O belgesel anlatımlarında o kadar içten samimi bir seslendirme yapıyor ki duyduğum o ses beni mest ediyor. Başından kalkamıyorum belgesel bitene kadar. Ntv'nin daha önce yayınladığı Planet Earth belgesel serisini sırf Levent DÖNMEZ yüzünden hd kalitesinde arşiv yaptım. O anlatım o mükemmel belgeselle bir bütün olmuş adeta. TRT-2 yıllarından bu yana kendisi ile çalışarak sayısız işe imza attıkları seslendirme yönetmeni Aziz Acar, Levent Dönmez ile bir çok iddialı belgeselin seslendirmesini yapmalarına karşın, “hiçbir yapımda, ‘Planet Earth / Yeryüzü’ belgeselinin görüntülerinden etkilendikleri kadar etkilenmediklerini, bu belgeselin bambaşka bir yapısı olduğunu” vurgulamış.

Levent DÖNMEZ'in kendi sitesi de bulunuyor. Birkaç ses örneği de koymuşlar.
Göz atmak isteyenler olursa buyursun;
www.leventdonmez.net

7 Nisan 2009 Salı

Hollywood işletim sistemi


Filmlerde herkesin hayretler içinde ve birazda hayranlıkla izlediği bir konuyu düşünmekten kendimi alamam. Mouse kullanmayan ve her işi klavyeye deliler gibi yüklenerek halleden bilgisayar korsanlarını ya da hükümet ajanlarını bilirsiniz. Onlar klavye tuşlarına basmazlar adeta köfte mıncıklar gibi yoğururlar. İzlerken her ne kadar da izleyiciyi havaya sokan hareketler olsa da beni her zaman şaşırtmayı başarmıştır. kullandıkları işletim sistemi nedir, bu nasıl bir işletim sistemidir de mouse denen aletin işlevini sıfıra indiriyor.

Bir bilgisayara flash bellek taktıklarında ya da dosya transfer ettiklerinde ya da şifre girmeye çalıştıklarında ekrandan gelen dıtbip trink gibi garip sesleri duymak olasıdır. Hatta görselliği şenlendirmek için de % veren bir loading penceresi, deleting ya da transferring penceresi görmek kaçınılmazdır.

Ya allah aşkına kaç tane işletim sistemi var da bu adamlar böyle garip sesler çıkaran ya da mouse kullanma özelliğini kullanan bir tanesini bulmuşlar sorarım sizlere. ben de sizin bildiklerinizi biliyorum doğal olarak. Yani windows, linux ve mac işletim sistemleri mevcut ve bunların hiçbirinde de bu işleri sağlayan program da yok. çıldırmamak elde değil. Baştan bir işletim sistemi tasarladıkları aşikar.
...Holywood işletim sistemi...

Beni en çok etkileyen de bu tür filmleri izleyip fazlası ile coştuktan sonra bilgisayarı açtığımda internete girmek ya da dosya açmak için mouse ile üstüne tıklamaktır. eziklikten başka hissiyat sağlamaz, hüzün kaplar insanın içini ve kabullenirsin o mouse un kölesi olduğunu ve başlarsın çift tık, tık, tık...

23 Mart 2009 Pazartesi

Canım Ülkem...

Geçenlerde izlediğim bir filmde yine aynı sinir duyguları ile karşılaştım. Ülkemizin vatandaşlarına verdiği değerin derecesi. Bu söylediğim sadece siyaset manasında bir karalama olarak görülmesin, ülkenin her kesiminde aynı olaylarla karşılaşmak mümkün.

Misal, yakın zamanda gittiğim sinemada içecek almak için sıraya girdim ve 8 tane çalışması gereken kasa bulunmasına karşın sadece bir kasa çalışıyor ve kuyruk olabildiğine. Alışveriş merkezine gidiyorsun öyle büyük olanlarından değil şu semtlerde bulunan, eski dükkanların üç boy büyüyü olanlardan. Aynı durum orada da tekerrür ediyor. Yine 4 kasadan biri çalışıyor üçü boş. Devlet dairesine gidiyorsun o kadar eğitimsiz insanlar işlerin başına geçmiş ki artık sizin işlerinizi gerçekleştirmeniz için derdinizi anlatmanız ve sorununuza çözüm bulunması dakikalar sürüyor. Bu işi yapan işinin ehli insanlar yok mu tabi ki var. Onları tenzih ederim.

Ama böyle durumlarda düşünüyorum. neden disiplin yok neden kasaların hepsi çalışmıyor, neden işini yapacak olan üniversite eğitimi bile almış insanlar dışarda işsiz beklerlerken benim ülkem insanları kadrolaşma bahanesi altında eğitimsiz beceriksiz insanları göreve veriyorlar. Bankaya borcun olan parayı yatırmaya gidiyorsun en az bir buçuk saatin pufff gidiyor. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki tüm gişeleri çalışan banka ben daha hayatım boyunca karşılaşmadım. Maaş zamanları geldiğinde emekli insanların hayat boyu çalışmalarının karşılığı olan huzuru bulmaları gerekirken neden uzun maaş kuyruklarında titreye titreye beklediklerine anlam veremiyorum. Yurt dışında insanlara bu kadar değer verilirken çalışmasa bile işsizlik parası mıdır nedir o desteği bile sağlıyorlarsa bizde ve ülkemde bir sorun vardır demektir. 23 senedir aynı tablo devam ediyorsa bende diyorum ki herhalde bir rahatsız olan benim, bütün bu anlattıklarım sadece beni ırgalıyor, ben çıkıntıyım herhalde ki sivriliyorum aradan???

Anlamıyorum anlayacağıma da imkan tanımıyorum. Kendime soruyorum bazen, acaba diyorum ülkeyi yönetenlerde mi sorun diye. Hayır, tamamen onlara bağlı birşey değil bu. Bizim kanımızda var. Bir işi tamamı ile düzgün yapmak bizlere göre değil.

Bir Türkiye hayal ediyorum, devlet dairesinde işimin kısa zamanda sona erdiği, fatura için uzun sıralar beklemek yerine girmem ile parayı ödememin bir olduğu.

Bir Türkiye hayal ediyorum, tahsis edilmiş tüm kasaları işler durumda olmuş ve gereksiz beklemelerin ortadan kalktığı.

Bir Türkiye hayal ediyorum emekli olduğumda beni maaşımı almak için kuyruklara mahkum etmeyen.

Bir Türkiye hayal ediyorum, tam işleyen ve insanlarına değer veren...

19 Mart 2009 Perşembe

BMW Gina


Araba kavramındaki bildikleriniz tamamı ile değişecek!!!

Bmw yeni modelinde arabalarda yer alan çelik dış kaplamayı bırakarak onun yerine kumaş kaplama yaparak arabalar için yeni bir çağ başlatıyor .

Bmw Gina yepyeni bir tanımın, yepyeni bir akımın öncüsü olacağa benziyor. Bmw'nin bu yeni modelinde arabaların dış kasasının yapımında kullanılan çelik yer almıyor. Onun yerine arabayı tamamı ile bir iskelet üzerine kurup üzerini ise sağlam bir kumaş ile kapatıyor. Bu kumaşın istenilen şekile girebilmesi arabaya daha canlı bir his aktarıyor. Bagaj kapağının sağa ve sola doğru ikiye ayrılarak açılması, araba farlarının göz kapağı misali açılıp kapanması sadece birkaç örnek.



BMW Gina Münih'de yer alan BMW müzesinde sergilenmekte.

Her zaman dediğim gibi tasarımcısı ya da mühendisi kim bu yapım sürecinde bulunduysa sonsuz saygı duyuyorum. Düşünceyi hayata geçirerek, bilinenleri bile değiştirecek bir iş çıkarmışlar. Hala inanmakta güçlük çekiyorum. Umarım bu rekabet ortamında rakip firmalar da altta kalmazlar ve de daha da estetik ve benzersiz modellerle ortaya çıkarlar. Bu tasarımları görerek tek kazanan biz oluruz.

Bir düşüncede aklımdan çıkmıyor, o da bu arabayı böyle izlerken bile mest oluyorken sürücü koltuğuna oturmak nasıl bir histir...

Tanıtım videosunu izlemek isteyenler buradan bulabilirler.

17 Mart 2009 Salı

Güneşi Gördüm

Written and Directed By Mahsun KIRMIZIGÜL

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı TARANCI


Anlatmak istediklerim daha evveli anlatılmış zaten...

15 Mart 2009 Pazar

Scrubs

Herkesin olayları değerlendiren bir iç sesi vardır. En çılgınca şeyleri söyleyen de odur, olmadık zamanlarda olmadık şeyleri aklımıza getiren de odur. Ama nedense o sesin söylediği herşey daima dışarı yansımaz. Ufak bir parlama misali gelir geçer aklımızdan.

Bazen içimizde olmadık kahkalara boğuluruz ama yeri değildir çılgınca kahkaha atmanın ya da içten içe sıkıntılı ağlamaktayızdır ama ortam gereği yapmacık bi gülümseme takınırız suratımıza.

İşte Scrubs'daki baş kahramanımız da aynen bu iç sesi ile boğuşan bir asistan doktor.

Tıp fakültesinden yeni mezun John Dorian en iyi arkadaşı olan kankası Turk ile beraber Sacred Heart isimli hastaneye stajyer olarak giriyorlar. Dizi bu iki kanka ile beraber hastane içerisinde olan olayları konu alıyor. Dorian staj sırasında kendisi gibi stajyer olan Elliot ile tanışıyor ve yakın hisler duymaya başlayor. Kankası Turk ise hastanede hemşire olan Latin kökenli Carla'ya vuruluyor.


John Dorian'ın yeni stajer olması tabi ki akıl hocası arayışına girmesine sebeptir. Hastane içindeki en çılgın ve de deneyimli doktor olan Dr. Cox Dorian için adeta rol modeldir. Bir yandan da başhekim Dr Bob Kelso'nun da engin bilgi ve deneyimlerinden birşeyler kapmaya çalışır. Yönetim kademesinde olan Dr Kelso bulunduğu mevki gereği herkese katı davranması gereken renkli ve vurdumduymaz bir kişiliktir. Tabi ki Dorian'ın stajerlik döneminde sakınması gereken bir de hizmetli vardır. Kafayı tamamen Dorian'a takmış olan "Janitor" isimli hizmetli ise Dorian'a hayatı dar etmeyi amaçlamış biridir. (Janitor'ın Türkçe karşılığı hizmetli diye geçiyor adama böyle sesleniyorlar, 8 sezon oldu ismi anılmadı daha ;D )

Dizi sırasında beni en çok güldüren zamanlar ise Dorian'ın kafasını hafif sağa yatırıp gözlerini sol yukarı dikerek hayal dünyasına dalması tabi ki. Scrubs'ı dizi yapan da bu gidip gelmeler aslında. Kafasında oluşturduğu dünya sanki hep yapamayacağı şeyleri gerçekleştirdiği bir dünya. Kankası Turk ile konuşurken bir sözden ötürü anında dalıp gitmesi muhtemel.


2001 yılında yayına başlayan Scrubs şu anda 8. sezonunu devam ettiriyor. Üzüntü veren ise 8. sezonun son sezon olacak olması. Bütün bölümleri devamlı izlediğinizde sanki hastaneden biri oluyorsunuz artık, olayların içerisinde yer almak ve Dorian'ın hayalleri ile beraber eğlenmek de cabası.

Hayat koşturmacasında ara verilmeye değecek dizilerden biri Scrubs...